Yasemin Altıntaş yoga eğitmeni, yüzücü ve hareketin her yönüyle hayatına dahil etmiş biri ve aynı zamanda kurumsal hayatın içinden bir beyaz yakalı. Kendisiyle hareket dolu yaşamının arkasında yatan motivasyonu ve aktif yaşamın hayatımızda yarattığı büyük değişimi konuştuk.
Yasemin Altıntaş kimdir, kısaca tanıyabilir miyiz?
Kim olduğum hala araştırma konum açıkçası. Onun yerine bugüne kadar ki yolculuğumu paylaşabilirim. Sporu oldukça benimsemiş bir ailede büyüdüm. Yürümeyi öğrendiğim gibi babamdan yüzmeyi ve kayak kaymayı öğrendim. Küçük yaştayken konulan skolyoz teşhisinin ardından fizik tedavinin bir parçası olarak yüzmeye başladım ve şans eseri bir gün Heybeliada Su Sporları Kulübü (HSSK) antrenörüne denk gelip kulübün lisanslı yüzücüsü oldum. Sırf üniversite başvurumda iyi gözüksün diye (ilk defa yazılı itiraf ediyorum) Robert Kolej’in yüzme takımını kurdum ve kaptanlığını yaptım. Havuzumuz yoktu ama okulda birçok lisanslı hatta milli yüzücü vardı, dolayısıyla oldukça kolay oldu. İşe yaramış olacak ki, George Washington Üniversitesine Psikoloji okumak üzere kabul oldum. Üniversite sonrası birkaç sene New York’ta pazarlama alanında çalıştıktan sonra İstanbul’a dönüp şirket alım, satım ve ortaklıkları alanında çalıştım. Yüzmeye açık su yarışlarında devam ettim. Kıtalararası boğaz yarışını, Çanakkale boğaz yarışını, Kaş-Meis yarışını, Oceanman 10K yarışını yüzdüm. Bu dönemde hayatıma yoga girdi. Kısa bir süreliğine Singapur ve Fransa’da yaşadım, INSEAD’da işletme yüksek lisansı yaptıktan sonra tekrar İstanbul’a döndüm. Yogayla ilişkimiz ciddiye binmişti artık. Eğitmenlik eğitimimi tamamladım. Eş zamanlı olarak finansal teknolojiler alanında iş geliştirme, pazarlama ve yatırımcı ilişkileri görevleri aldım.
Bugün kurumsal bir hayatım var, eş zamanlı yoga eğitmenliği yapıyorum. Farklı alanlarda faaliyette bulunmanın besleyici olduğunu deneyimliyorum. Her ne kadar uyumsuz gözükseler de geçirgenlik olduğunu, hatta bu geçirgenliğin şahsına münhasırlık dediğimiz niteliği ortaya çıkardığını düşünüyorum.
“Daha güzel, daha keyifli yaşamak için hareket ediyorum.”
Sizinle ilgili en çok merak ettiğimiz soruyu en başta soralım. Uzun yıllar beyaz yaka olarak çalışırken yepyeni bir kararla hayatın akışını hareketin merkezde olduğu bir yöne doğru çevirdiniz. Bu kararı nasıl verdiniz? Sizi motive eden ve bu motivasyonu sürdüren ne oldu?
Hareketi hayatımın merkezine aldım diyemem ama elimden geldiğince kendimi hayatımın merkezine aldım, hayatımın sorumluluğunu kendimden biliyorum ya da bilmeye çalışıyorum diyebilirim. Şunu söyleyerek başlarsam gerisi daha net olacak sanırım: ben hareket etmek için yaşamıyorum, daha güzel, daha keyifli yaşamak için hareket ediyorum.
Nasıl yaşamak istediğime, nasıl hissetmek istediğime, nasıl yaş almak istediğime baktığımda günlük hayatımda hareket kaçınılmaz olarak yerini alıyor. İnsanın kendine bu soruları sormasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Hedef koymak güzeldir ama sonuçta bu hedefe giden yoldaki günleri yaşayacak olanlar bizleriz. Hedefimiz her ne ise neden istediğimizi ve uğruna ne fedakarlıkların bizim için kabul edilebilir olduğunu bilmemiz gerekir.
Simon Sinek’in “Neden ile başla” kitabından bir alıntı paylaşmak isterim: “Birçok kurum / kişi ne yaptığını gayet iyi bilir. Bazıları nasıl yaptıklarına da hakimdir fakat çok küçük bir grup neden yaptığını bilir. Amacın nedir? Seni her sabah yataktan kaldıran nedir?”
Yoganın sizin için en doğru aktivite olduğunu nasıl keşfettiniz? Başka denediğiniz aktiviteler oldu mu? Bir aktivitede aradığınız başlıca özelliklerden bahseder misiniz?
Doğada bulunmayı, dağ tepe yürümeyi çok seviyorum, beni yenilediğini, canlandırdığını hissediyorum. Deniz ve denizaltı ise bambaşka benim için. Uzun yıllardır açık su parkurlarında yüzüyorum, uçurtma sörfü ve dalga sörfü yapıyorum. Şartlar bunlar için uygun değilse dalmaya gidiyorum. Aşığım anlayacağınız. Fakat şu anki hayatımda bu aktiviteleri günlük olarak devam ettirmem çok mümkün değil maalesef.
Yogaya tamamen şans eseri başladım. Neredeyse sıfır ekipman ile her yerde yapabildiğim için de kolaylıkla devam ettim. Yoga fiziksel bir pratikten çok daha fazlası olduğunu hemen belli etti diyebilirim. Pratik ettikçe varlığından bile haberdar olmadığım ışıklar yanıyordu sanki. Başladığım ilk yıl boyunca her pratiği değiştirebileceklerimi değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceklerimi kabul etmek için sabır dileyerek bitirdim. Sonrasında her şey gibi katman katman evirildi elbette ama yoga beni kendime uyandıran bir pratik oldu ve halen de bu yönde hizmet etmeye devam ediyor. Minnettarım.
COVİD-19 süresince evde kaldığımız dönemde fiziksel aktivitenin mental sağlık üzerindeki etkisi artık herkes tarafından görüldü. Pandemi döneminde yapılan araştırmalara göre toplum algısında zindelik, fiziksel ve mental sağlığın dengede olması anlamına geliyor. Fiziksel aktivite hayatının her noktasında olan bir insan olarak egzersizin fiziksel ve mental sağlığın üzerindeki etkilerinden bahseder misiniz?
Hayatı, önümüze çıkan deneyimlerin bizdeki karşılığı ve onlara verdiğimiz tepkiler olarak düşünecek olursak bazı deneyimler bizi çok uç noktalara taşırken bazıları soğukkanlılıkla karşıladığımız deneyimler oluyor. Bunu baz alarak benim için denge, merkez noktasının etrafında dar bir yakınsama aralığına geniş deneyimler sığdırmak.
Uyanık bir şekilde, farkındalıkla hareket etmenin bizlere bunu mümkün kılan nitelikleri edinmek için çok değerli bir alan sağladığını düşünüyorum. Hayatın bir alanında edindiğimiz iç görü ve öğretileri diğer alanlara da yansıtma şansımız oluyor yani hareket bir nevi keşif ve büyüme alanı oluyor.
Fiziksel başarılarımız, zaman içerisinde inşa ettiğimiz, geliştirdiğimiz güç zihinsel olarak da güçlü hissetmemize yardımcı oluyor. Bununla birlikte koyduğumuz hedefleri başarma hissi işimizde veya daha önce bizi korkutan başka bir eylemde kendimize güvenimizi pekiştirebiliyor. Bütün bunları yaparken geçirdiğimiz süreçte karşılaştığımız engeller, engellere olan tavrımız, düşüncelerimiz, yargılarımız, kendimize anlattığımız hikayeler, eğer izleme cesaretini gösterebilirsek “resilience” diye geçen, duygusal esneklik olarak çevirebileceğimiz özelliğimizi besler. Yapılan araştırmalar duygusal esnekliğin geliştirilebilecek bir nitelik olduğunu ve kişinin hem başarı hem de mutluluk seviyesi ile doğru orantılı olduğunu gösteriyor.
“Bu süreçte elimizden geldiği kadar kendimize şefkatli olmayı denemek önemli”
Hareketi hayatınızın odak noktası haline getirdiğinizden beri iyisiyle kötüsüyle gündelik yaşamınızda neler değişti? Bu süreçte sizi zorlayan ve iyi hissettiren şeyler neler oldu?
Kendimi kötü hissettiğim zamanlarda ilk fırsatta yürüyüşe çıkarım. Hele ki güneşli bir gün ise yürüyüşten mutsuz dönme ihtimalim yok. Kısacası hareket beni mutlu ediyor ve sadece beni değil, gözlemlediğim kadarıyla ihtiyaç halinde aklına getirebilen herkesi. Dolayısıyla hareketi her günüme dahil ediyorum. Özellikle çok yoğun olduğum günler kısa da olsa kesinlikle atlamıyorum.
Hareketin iyi geldiğine ikna olduysak, gözlemlediğim iki olası yıpratıcı etkiyi paylaşmak isterim: suiistimal ve suçluluk.
Her şeyin en yüksek faydasını kararında tüketildiğinde sağladığını hatırlamak önemli. Günün sonunda sadece bir bedenimiz var ve ona iyi bakmak bizlerin görevi. Fazla veya bilgisiz hareket faydadan çok zarar verebilir. Bunun ayarı zaman zaman iki yöne de kaçabilir, zira hiçbir durum statik değil. Başarımız izlemek ve duruma göre kalibre olmaktan gelir.
Son olarak robot değil insan olduğumuzu hatırlatmak isterim. Hedeflerimize herhangi bir sebepten dolayı ulaşamadığımızda, ki bu günlük hareket hedefi de olabilir, suçluluk duygusunda boğulup yıpratıcı şekilde arayı kapatmaya çalışmak veya pes etmek yerine bunun bir yolculuk olduğunu anımsamamız tavrımızı dönüştürecektir.
Bu süreçte elimizden geldiği kadar kendimize karşı, aynı sevdiklerimize karşı olduğumuz gibi, şefkatli olmayı denemek azımsanamayacak kadar önemli. Hepsi elimizden geldiği kadar. Elimizden geldiği kadarı her zaman yeterlidir.
“Zamanım yok” diyerek işin içinden sıyrılmak yerine “önceliğim değil” demeyi öneriyorum”
Toplumumuzun spor ve fiziksel aktiviteye karşı bazı algısal bariyerleri var. Topluma neden spor yapmadığını sorduğumuz zaman "zamanım yok" cevabıyla karşılaşıyoruz. Bu algıyı nasıl kırabiliriz? Spora vakit ayırmak gerçekten zor mu?
Bunun zor veya kolay olarak nitelendirilebilecek bir nosyon olduğunu düşünmüyorum. Benim için kolay çünkü önceliklerim arasında. Gerek aile içinde gerek eğitim hayatımda bana aktarılan zihniyet, istersem gerekli kaynakları ayırmak şartıyla (zaman ve efor) her şeyi yapabileceğim yönünde oldu. Kanımca bu çok gerçekçi bir bakış açısı. Evet, her şeyi yapabilirsin elbette ama her birimizin sınırlı kaynakları var dolayısıyla her şeyi aynı anda yapamazsın. Neyi seçeceksin? “Zamanım yok” diyerek işin içinden sıyrılmak yerine “önceliğim değil” demeyi öneriyorum. Zaman zaman farklı önceliklerimiz olabilir elbette ama hareket etmek gibi hayat kalitemizi göz ardı edilemeyecek derecede arttıran bir aktiviteyi önceliklendirmediğimiz gerçeğiyle yüzleşip, elimizdeki kaynakları gözden geçirip tekrar dağıtmamız gerekir. Günlerimizi öyle veya böyle dolduruyoruz dolayısıyla bir şeyler çıkacak ki başka bir şeye kaynak ayırabilelim, tıpkı Lego veya Tetris gibi. Biraz uzun yoldan oldu ama istek olduğu sürece spora vakit ayırmak kolay ve keyifli diyebilirim.
“Kaynaklarımızı nasıl sarf ettiğimize dürüstçe bakabildiğimizde değişim mümkün oluyor.”
Kendi tecrübelerinden yola çıkarak evde veya ofiste çalışan okuyucularımızın aktif kalmalarına yardımcı olacak bazı pratik ipuçları ve tüyolarınız var mı?
Yarım saatte bir ayağa kalkıp dolaş gibi gereğinden çok daha fazla duyduğumuz şeyleri tekrarlayabilirim ama bence mevzu daha derin. Alışkanlıklarımız günümüzü dolduruyor ve şu noktada tüm hücrelerimize işlemiş oldukları için hangi alışkanlıklara sahip olduğumuzu fark etmek bile hiç kolay değil. Yapmamız gereken, yapmamız gerektiğini sandığımız ve bile isteye veya farkında olmadan araları doldurduğumuz aksiyonlarla dolu günümüz. Burayı inceleyerek başlamayı öneririm. Kaynaklarımızı nasıl sarf ettiğimize dürüstçe bakabildiğimizde değişim mümkün oluyor.
Buraya şunu eklemek isterim; bir sıfırdan her zaman büyüktür. Ya hep ya hiç kültürün hakim olduğu bir dünyada bunu unutabiliyoruz. Mevcut imkanlar gerçekten sadece 15 dakikaya el verse bile yetersiz görüp yılmamak gerekir. Mesele zaten sadece başlamak ve o en baştaki eşiği atlamak. Sonrasında deneyimlenen fiziksel rahatlık ve zihinsel dinginlik işin gerisini kendiliğinden getiriyor.
Bazı bireyler için fiziksel aktiviteyi hayatına dahil etmek gerçekten zor olabiliyor. Gündelik hayatına hareketi dahil etmek niyeti olan bireyler ancak henüz aradığı motivasyonu bulamayan okuyucularımıza bir tavsiye vermek isteseniz bu ne olur?
Her şey paylaşınca güzel. Hareket de bir istisna değil elbette. Hali hazırda fiziksel aktiviteyi hayatına dahil etmiş bir yakınınız varsa hemen onun peşine takılın. Yoksa bir arkadaşınızı ortak edin hareket sevdasına. Çoğu diyetin uzun vadede çalışmadığı gibi ceza gibi yapılan spor da kalıcı katkı sağlamayacaktır. Nasıl o zar zor yapılan diyetler hiç yaşanmamış gibi unutuluyorsa görev gibi yapılan spor da ilk engelde elenmeye hazırdır.
Mümkünse gerçekten keyif aldığınız bir aktiviteyi bulmak için farklı şeyler deneyebilirsiniz, sizin için yoga değil de koşu olabilir bu mesela. Veya ucuna bir havuç ekleyebilirsiniz, örneğin kahve almak için şuraya yürüyeceğim gibi veya çıkışında şu arkadaşımla buluşacağım gibi.
Hareket etmek şüphesiz iyi gelecektir ve iyi geldikçe motivasyon kendiliğinden takip eder. Arada sırada hepimiz isteksizleşebiliyoruz ve sırf ne kadar iyi geldiği bilgisine sahip olduğumuz için harekete geçmek mümkün oluyor.