Size Nasıl Yardımcı Olabiliriz?
AXA Blog

“Bisiklet Çocukluktur, Hayatla İzdivacın Balayı Günlerinden”: Bir Bisiklet Sevdalısı Aydan Çelik

24.11.2021 / Son Güncelleme: 27.03.2024

Bisiklet yazarı, çizeri ve en önemlisi bir bisiklet sevdalısı Aydan Çelik ile sohbet ettik ve sanki bisiklet üzerindeymişiz gibi birçok patikaya girdik çıktık, bisikletin her yönünü konuştuk.

 Aydan Çelik kimdir, kısaca tanıyabilir miyiz?

1966 yılında Gürün’de doğdum. Liseyi Ankara’da bitirdim. İstanbul Üniversitesi’nde işletme ve iktisat tarihi, Mimar Sinan Üniversitesi’nde heykel okudum. Çocukluğumdan beri uğraştığım çizgi uğraşını meslek olarak sürdürmeye başladım ve çizgi film bürolarında çalıştım. Bisiklete çocukluğumda ilgim ve sevgim vardı. Üniversitede kesintiye uğrasa da sonrasında devam etti ve şu an birazda abartarak devam ediyor galiba.

İlk bisiklet yazımı yazalı yaklaşık 25 yıl oldu. Tarih Vakfı’nın yayınladığı İstanbul Dergisi’nde yer almıştı. “Müslüman Mahallesinde Salyangoz” başlıklı bir yazıydı ve Türkiye’de bisiklete dair algıyı anlama çabası içeriyordu.

Sonrasında hem bisiklet sporu hakkında hem de bisikletin gündelik yaşamda kullanımı ile ilgili farklı mecralarda yazılar yazmaya başladım. Şu anda iki bisiklet kitabım var. Yakında iki bisiklet kitabım daha çıkacak. 

Sedona için İstanbul ve Karnaval, Carraro için Manifesto, Troya ve Mavi adında beş bisiklet tasarlama şansı buldum.

2004 yılında Eurosport Türkiye yayınlarına bisiklet yorumcusu olarak katıldım. İlk zamanlarda daha yoğundu, zaman içinde epeyce azaldı. Artık tek tük gidiyorum. Açık Radyo’da Esra Ertan’la beraber “Şeytan Arabası” isimli bir radyo programı yaptık. 

Cyclist Türkiye, İBB’nin çıkardığı İST dergi, Beşiktaş Belediyesi’nin B+ dergisi, Ankara’da çıkan Solfasol ve Çerkes gazetesi JINEPS’de yazıyor, çiziyorum. 

 Ülkemizde bisiklet kültürünün gelişimi için çok büyük emeği olan insanlardan birisiniz. Başta sizin çabalarınız olmak üzere ülkemizde bisiklet kullanımına ilginin eskiye nazaran arttığını görüyoruz. Bisiklet kültürünün ülkemizde gelişimi için yapılan çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Bisikletin toplumumuz tarafından benimsenmesi için mutlaka olması gerekir dediğiniz neler var?

Bisikleti uzun yıllar hem ulaşım aracı hem de sportif amaçla kullanmış biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Eğer Türkiye’de bisiklet kültürü hak ettiği ölçüde gelişmiş olsaydı  epey bir sorunu çözmüş olurduk.

Tabii ki her meseleyi çözen bir sihirli değnekten söz etmiyorum. Bisiklet kültüründen kast ettiğim sadece iki tekerlekli bu nesneyi kullananlardan ibaret değil, bilakis kullanmayanları kast ediyorum. Kullananlar zaten ne yapması gerektiğini biliyor. Kullanmayanlar bisikletliye nasıl davranacağını bilse, meselenin zaten büyük bir kısmı çözülmüş olurdu. Bugün motorlu araç sürücülerinden çekinmese eminim binlerce insan bisikleti daha etkin hayatına sokardı. Bizde trafik denen şey, haklının değil, güçlünün borusunu öttürdüğü bir arena. Bu açıdan baktığımızda konu bir insan hakları meselesi aslında. 

Yine de iyimserliği elden bırakmamak lazım. Bu alanda bir sürü iyi şey oluyor. Ama şunu da hatırda tutmakta fayda var. Türkiye’de bisiklet kültürünün gelişimi çok doğrusal bir çizgi izlemiyor. Örneğin 1960’ların gazetelerini aldığınızda ‘vay be, ülkede bisiklet kültürü varmış’ diyebilirsiniz ancak 1980’lerin gazetelerini aldığınızda bunu diyemezsiniz.   1930’ların gazetelerine baktığınızda bisiklete binen kadınlar görebilir ancak sonraki yıllarda pek göremezsiniz. O eşik son birkaç yılda aşılmaya başladı. Özetle Türkiye’de bisiklet kültürünün inişli-çıkışlı bir tarihi var. Buna bir de devamlılık sorununu ekleyebiliriz.  

Dünyada bisikletin ulaşım aracı olarak kullanılmasının diğer bir yönü ise, 1890 yıllarından 2. Dünya Savaşı’na kadar çok güçlü bir aktör olarak görülmesi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’nın Avrupa’yı kalkındırma çabaları ile bireysel motorize kültür (otomobil kültürü) yaygınlaştı ve Türkiye’de buna -rötarlı olsa da- katıldı. Sonuç olarak, batıdan biraz daha farklı da olsa bisiklet kültürü (gündelik hayatta bisiklet kullanımı) aslında kesintiye uğradı. 

Dünyada 2000’li yıllarda deyim yerindeyse bir bisiklet rönesansı başladı ve bunun birkaç sebebi var. Birincisi, karbon ayak izi gibi bireysel otomobile dayalı ulaşımın semptomları ortaya çıkmaya başladı. İkincisi her şeyin otomobile göre düzenleniyor olması nedeniyle şehirlerde yer kalmadı. Üçüncüsü ise insanların günlük yaşamda hareketsiz olmasından ötürü obezite gibi sağlık sorunları ortaya çıkmaya başladı. İşte bu noktada bisiklet yeniden keşfedildi. Önceden refah toplumunun ortaya çıkmasıyla terk edilen bisiklet bu kez refah toplumu semptomları ortaya çıkınca yeniden yükselişe geçti.

Bunun yanı sıra başka bir neden daha var. Günlük yaşamda bisikletin kullanımı ile paralel olarak sportif yanı da Türkiye’de ve dünyada büyümeye başladı. İletişim ve sosyal medya imkanlarının artışıyla bisikletlilerin birbirlerini daha kolay bulmaları ve birlikte hareket etme potansiyelinin ortaya çıkması giderek yükselen bir bisiklet ivmesi yarattı. Ama tam olarak olması gereken yerde diyemiyoruz. Basit bir hesapla İstanbul’da yaşayan özel motorlu araç sahiplerinin yüzde 5’i bile bisiklete binse şehrin oldukça rahatlatacağını düşünüyorum.

Fotoğraf Fatih Vural - Çatalca Silivri Köyleri

Türkiye’de bisiklet kullanımının artmasını sağlayacak önemli bir unsur olarak, dünyada da kullanımı hızla artan elektrikli bisikletin altını çizmek lazım. Burada elektrikli bisiklet konusuna açıklık getirmek isterim. Çünkü biraz yanlış bilinen bir konu. Elektrikli bisikleti Avrupa birliği ve Amerika PEDELEC (pedal assist) olarak tarif ediyor. Yani araçların elektrikli bisiklet olarak kabul edilmesi için, sürücü pedal çevirdiğinde devreye giren bir motoru olması gerekiyor. Bunun sebebi ise hareketin devam etmesinin sağlanması. Türkiye’de bu konuda bir karışıklık var. Bazı yerlerde elektrikli mopedler veya elektrikli skuterleri bisiklet olarak satabiliyorlar. Elektrikli bisiklet bu araçlar gibi değil hatta 25 km hıza ulaştığında motor devreden çıkıyor. Bir de elektrikli bisiklete binilince bisikleti bırakırım düşüncesi yanlış. Elektrikli bisiklet size birçok motor seçeneği sunuyor. Örneğin, dik bir yokuşta  en yüksek motor gücünü uygularken, vücut kendini toparladığında bir alttaki motor gücüne geçilebiliyor ve yeri geldiğinde motor kapatılabiliyor. Elektrikli bisiklet şu anda hem Avrupa Birliği’nin çok desteklediği hem de vergilerde ciddi indirimler yaptığı ciddi bir ulaşım alternatifi. Şu an Türkiye’de fiyatları biraz daha pahalı. Bu açıdan Türkiye’de elektrikli bisikletin üretimine geçilmesi gerekiyor. Türkiye’de elektrikli bisiklet ulaşılabilir olduğunda tercih edilebilir bir ulaşım aracı olacak ve bisikletin yaygınlaşmasına katkı sağlayacaktır.

Türkiye’de bisiklet kültürü bir değişim kaydediyor ancak bu gelişim sisifos efsanesi gibi taşı yukarı taşıyıp tekrar aşağı indirmek biçimde değil, sürekli ivme kazanan biçimde olmalı. O zaman birçok şeyin olumlu yönde gelişeceğini düşünüyorum ama geçmiş yıllara baktığımızda, bu hadisenin devamını getirmek çok mühim. Her zaman buna yönelik heyecan ve isteğimiz var ama devamını getirmek konusunda yeterince sebatkar olmuyoruz. Bu sebat da olursa hayat daha yaşanılır olacaktır diye düşünüyorum. 

 

 Günlük yaşamınızda bisikleti düzenli olarak kullanan biri olarak bisiklete bindiğiniz zaman hem fiziksel hem de zihinsel olarak neler hissediyorsunuz? İyisiyle kötüsüyle hayatınıza kattıkları nelerdir?

Ben bisikletin her çeşidini kullanan şanslı kullardan biriyim.. Katlanır bisiklet de kullanıyorum, yol yarış bisikleti de. Dağ bisikleti de kullanıyorum, yeni moda “gravel” denen arazi bisikletleri de... Hepsinin kendine göre bir işlevi ve lezzeti var.

İstanbul’un biraz daha dışında yaşıyorum ve masa başı işi olduğundan alışveriş yapmak gibi veya toplu taşıma araçlarıyla günlük hareket ihtiyaçlarımı katlanır bisikletle, yol bisikletini formumu korumak veya daha uzun mesafeler kat etmek,  gravel bisikletimi İstanbul’un bitmez tükenmez köylerini turlamak ve keşfetmek için kullanıyorum.  

Fotoğraf Samed Kunaç - Terkos Gölü Kıyıları Ormanlı Köyleri

İstanbul’u çevreleyen köyleri ve Karadeniz boyunca uzanan kuzey ormanları hattını çok değerli buluyorum çünkü İstanbul’un hava kalitesi onu saran bu çeperlerle ilgili. Yaklaşık 30 yıldır bu köylere bisikletle gidiyorum. Bisiklet bu açıdan herhangi bir motorlu araç gibi değil. Belirli bir hız limiti olduğu için keşfetmeye olanak tanıyor. Bu sebeple bisikleti muazzam bir keşif nesnesi olarak görüyorum. Bu açıdan zihinsel olarak kullanan kişiye çok katkıda bulunuyor. 

Ayrıca bisikletin, ulaşım araçları içerisinde sohbete imkan vermesiyle çok nadir bir avantajı var. Örneğin arkadaşınızla sohbet ederek bisiklet sürebilir veya mola verdiğiniz bir yerde esnafla ahbap olabilirsiniz. Genel olarak insanlar bisikletle seyahat eden insanlara karşı sohbete daha meyilli oluyor. Bir de zaman kazanma avantajı var. Bu konuda motorlu araç sürücülerini trafikten kurtarmak gerekiyor. Bu konuya da bir Aziz Nesin anekdotu ile katkıda bulunmak isterim. Bir gün Aziz Nesin taksiye biniyor ve trafik çok tıkalı. Taksi şoförüne, daha hızlı gidemez miyiz diye soruyor ve taksici, “Gideriz ama arabayı ne yapacağız?” diyor.

Fotoğraf Samed Kunaç - İzmir Sema Gür ile 

 Öncelikle İstanbul olmak üzere Türkiye’de bisiklet kullanımının artmasının şehirlerimize iyi geleceğini düşündüğünüz noktalar var mıdır? Sizce bisiklet, şehir yaşantısının insanlar üzerindeki zararlarını tersine çevirebilir mi?

Bisiklet öncelikle oldukça efektif  ve şehirlerde alan kullanımı olarak en avantajlı ulaşım araçlarından birisi. Aynı zamanda bisiklet kullanımı bir kamu yararı ve bu da sonunda bireylere özel bir yarar olarak geri dönüyor. Bence bundan başka seçeneğimiz de kalmadı. İstanbul özelinde bahsedecek olursak şehir yatay bir dikdörtgen şeklinde, yukarıda ve aşağıda deniz ve arada sıkışmış bir kara parçası. En ince yerinden kırılmış ve buna İstanbul boğazı diyoruz. Bu dikdörtgenin güneyinden E-5 otoyolu ve kuzeyinden TEM otoyolu geçiyor. Bunların kuzeyinden ise iki otoyolu daha geçiyor ve sonrası deniz ile bitiyor. Böyle bir şehir yapısında hem metafor olarak hem de mekânsal olarak bisiklet İstanbul’a nefes aldıracaktır. 

 Bisiklet hareket etmenin en keyifli yolu olduğu kadar aynı zamanda dünyada da bir ulaşım aracı olarak gün geçtikçe önemi daha da artıyor. Fakat toplumun bisikleti sürdürülebilir bir ulaşım aracı olarak görmesinin önünde bası algısal bariyerler var. Yani toplum nezdinde bisikletin itibarında bir sorun var. Sizce bu sorun nasıl çözülebilir? 

Bu çok geniş bir konu ama toplamak gerekirse, ilk olarak Türkiye gibi sanayi devrimini kaçırmış bir ülke olarak bazı teknolojik nesneler fetiş nesnesi haline geliyor. Aslında gerçek işlevlerinden uzaklaştırıp başka işlevler yükleniyor. Mesela otomobil sahibi olmak aslında sadece ulaşım aracı olarak kullanılan bir şey değil, aynı zamanda sosyal statü göstergesi. Hatta bu konu ile ilgili bir yazımda iki romanı karşılaştırmıştım. Bir tanesi Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanındaki Bihruz karakteri, diğeri ise Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü romanındaki Bayram karakteri. Bihruz at arabası ile Çamlıca’da piyasa yapıyor, Bayram ise bir Anadolu delikanlısı ve tek isteği bal rengi bir Mercedes sahibi olmak. 1970’lerde yazılan bu romanda Bayram’ın ruh hali ve otomobilin durumu ne ise bugün de maalesef aynı. İnsanlara çevresindeki başka insanlar tarafından verilen değer, onun yetenekleri, faziletleri veya ahlakı yerine daha çok sahip olduğu şeyler üzerinden veriliyor. Bunun için kimi cebine en pahalı cep telefonu koyuyor, kimi ise en yüksek model arabayı tercih ediyor. Böyle bir gerçeğimiz var. 

Bu açıdan bakınca bisiklet hiç statü sembolü olan bir araç değil. Tabi bisiklet içerisinde de 10 bin dolarlık bisiklete binen insanlar var ve bisiklet aynı zamanda pahalı bir spor. Ancak dünyada örneklerine bakarsanız örneğin Hollanda’da ulaşımda kullanılan bisikletler 40-50 euro... Ancak orada insanlar hafta sonu sportif amaçlı pahalı bisikletlere biniyor ama günlük hayatlarında ucuz bisikletler kullanıyorlar.

Son olarak şunu eklemekte fayda var. Türkiye’de bisikletin itibarının artması için sportif başarılara da ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin rol modelleri ve kahramanları olursa bisiklet kültürü de buna paralel olarak çok ciddi yükseliş gösterir. 1970’lerdeki Gırgır Dergisi geliyor aklıma. O dönemlerde herkes o dergide karikatürü çıksın isterdi. Tıp öğrencilerinden, sanayi çarşısındaki çıraklara kadar herkes karikatürist olmaya heveslenmişti. Oğuz Aral öyle bir rol modeldi. Sanırım bisiklette de gençler için öyle rol modellere ihtiyaç var. 

 Dünya için Hareket Et projemizin de ana amacı olan iklim değişikliyle mücadelede hareket etmenin öneminden bahsetmek isteriz. Bisiklet, gündelik yaşamda daha fazla hareket etmemizi sağladığı kadar aynı zamanda en düşük karbon salımı ile çevreye en az zararı olan ulaşım aracı. Sizce bisiklet kullanımının, toplum olarak çevreye duyarlılığımızı artırmada bir rolü var mıdır? Başta ulaşım tercihlerimiz olmak üzere iklim değişikliği ile mücadelede alışkanlıklarımızı değiştirmemize yardımcı olabilir mi?

Genel olarak bisikletli kitlede çevre duyarlılığın olduğundan söz edebiliriz. Burada bir kamu politikası da gerekli. Bu politika bisikletin en yoğun kullanıldığı zamanlarda bile yoktu. Küresel iklim krizi en büyük sorun ve bu sorunu hep birlikte çözmemiz gerekiyor sanırım. 

Bireylerin insanca sağlık, insanca eğitim, insanca ulaşım ve insan hakları gibi haklara ve standartlara sahip olması gerekli. Bunun ekolojik yollarının bulunması lazım. Beylik bir ifadeyle bugünü harcayarak yarını tüketmemek lazım. Doğal alanların binaya dönüşmemesi veya derelerin kurumaması lazım. Hayat için oksijen ve su yoksa gerisi yok zaten. Demokratik katılım mekanizmaları olmadan ve ortak akılla düşünmeden yapılacak bir iş değil bu. Bisiklet de bu ortak aklın bir parçası.

 Bisiklet başta olmak üzere spora başlamanın yaşı olmadığına katılıyor musunuz? Son olarak gündelik hayatına bisikleti dahil etmeye niyeti olan veya bisiklete yeniden başlamak isteyen ancak henüz aradığı motivasyonu bulamayan okuyucularımıza bir tavsiye vermek isteseniz bu ne olur?

Ben bisiklete ilk bindiğimde okula başlamamıştım. Babamın bisikletini çaldım diyebilirim. Bi Tur Versene isimli kitabımı da “bisikletini çaldığım babama, dengede kalmamı sağlayan anneme” diye ithaf etmiştim. Babamın bisikleti kocamandı ve gövdenin arasına girip yarım pedal basarak öğrenmiştim. Çehov’un “sahnede bir silah varsa o mutlaka patlar” dediği gibi orada bir bisiklet vardı ve ona elbet binecektim. Bisiklet Manifestosu’nda yazdığı gibi: “Bisiklet çocukluktur: Hayatla izdivacın balayı günlerinden.”

Fotoğraf Samed Kunaç - Mardin kalesinden şehre kuşbakışı

Bisiklet, bilmeyen için her ne kadar zor görünse de öğrenmesi çok kolay bir şey. Bir de bisiklete binmek isteyen ancak çekinen insanlar için internet beraber binebileceğiniz insanları bulma imkanı tanıyor. Bununla ilgili birçok festival ve bisiklet turları var. Burada bir arada bisiklet sürmenin verdiği güven duygusunu yaşayarak binme şansına sahibiz.